İnsanlar mutlu diye düşündüm, fotoğraf karelerinden yansıyan parlak gözlerine bakınca. Gülüyorlar, dışarı çıkıyorlar, dondurma yiyorlar mesela... Tatile gidiyorlar birlikte, yüzüyorlar, sevişiyorlar. Arkadaşlarıyla buluşuyorlar, sohbet ediyorlar, birbirlerine bazen hediyeler verip sonra bolca sarılıyorlar.
Hep de yüzleri gülüyor. Fotoğraflar öyle söylüyor.
İnsanlar mutlu.
Sonra kendime bakıyorum. Yıkık dökük bir terzi dükkanına girmişim, elimde tamiri imkansız bir elbiseyle amcaya bakıyorum medet uman gözlerle. "En sevdiğim elbisemdi, onarmanız mümkün değil mi?" Hayır anlamına gelen bir baş hareketiyle birlikte önündeki işe geri dönüyor. Sanki ben orada yokmuşum da arkamdan söyleniyormuş gibi "O elbise eskiciye bile verilmez, tamiri mümkün müymüş..." diyor. Olduğum yerde anlamsız gözlerle terziye bakıyorum. Ve belki de ilk defa o anda, ilk beğendiğimde de yırtık pırtık bir elbiseden ibaret olan şeyin aslında benim yüklediğim değerden başka bir şey olmadığını fark eder gibi oluyorum.
Ama bu detayı umursamamakta direniyorum. Bir süreliğine de olsa işe yarıyor aslında.
Eve döndüğümde elbisemi tekrar deniyorum. Etek kısmının kumaşı yırtılmış, ipleri dizlerime sarkıyor. Göğsümden göbeğime doğru inen kısma denk gelen yeşil bölümde bir kahve lekesi var. Onu görmezden gelsem bile sırtımdaki fermuarın kumaşa bağlandığı yerin delik deşik olduğunu farkediyorum.
Onarılmaz kıyafetlerin onarılabilir parçaları var biliyorum. Ama asla istediğim gibi olmayacağını onu değiştirmeye çalışmadan önce anlamalıydım ya da onu baştan almamalıydım diye düşünüyorum.
İşte o an umudumu kaybediyorum.
Terziye geri dönüp ona teşekkür etmek istiyorum. Evden çıkıp yeniden dükkanın yolunu tutuyorum. İçeri girdiğimde karanlıkta kumaş parçalarıyla yapayalnız kalmış boş bir masayla karşılaşıyorum.
Bir süre etrafı inceliyorum. Ahşap kokulu odadan taşan yılgın iplikleri, tersi pis iğneleri ve içlerinden geçmeye korktuğum sökükleri... Neden sonra yanağımın ıslandığını fark ediyorum. Elbiseyi orada bırakıp koşar adımlarla uzaklaşıyorum.
Güneşli güne kendimi bırakıp Karşıyaka vapuruna atladığımda içimdeki martılarla konuşuyorum. Susamlarımı güvercinler yiyor, saat kulesi gülüşümü çeyrek geçiyor. Dalgalar az konuşup çok vuruyorlar bedenime; tuzlanıp ruhlanıyorum.
Ve sonra çok mutluyum işte.
Fotoğraflardaki insanlar artık canlanmış yanımda oturuyorlar. Ya da ben o karelere girmişim, hangisi doğru şu anda bilemiyorum.
Külah külah dondurma yiyorum, sevdiklerime küçük süprizler yapıyorum. Hayallerime sarılıyorum.
Bir bilet alıp sırt çantamla başka bir ülkeye gidiyorum. Başka insanlarla, balıklarla ve denizlerle başka fotoğraf karelerinde karşılaşıyorum. Artık ezici duygular ve tıkanmış duygular hissetmiyorum mesela. Ciğerlerime serin esintiler doluyor, hafifliyorum.
O elbiseye ne oldu artık bilmiyorum. Doğrusu bilmek de istemiyorum.
2015