Çarşamba

Okyanus ve Beyin

Düşünüp de söyleyemediğim şeylerin hepsi, vaktinden erken koyulan bir nokta gibi cümlelerimi ortadan ikiye böldü. Yalnız kaldı kelimeler, satırlardan düştüler tek tek. Ben de noktalarımı ayak altından toplayıp bir kucak dolusu virgül serpiştirdim fikirlerime, cümlelerime. Her şey her şeye bağlandı, bu yapımda ölen ya da yaralan tek bir cümle olmadı.
İnsan beyni ilginç, doğrusu. Sen gel tecrübelerini kaydet, gün içindeki milyonlarca duyusal girdiyle baş et, otomatikleşen deneyimlerini incecik bir kayışta sakla; sonra mikrogramla ölçülecek düzeyde bir hormon artışı ve dakikada belki yirmi atım anca fark eden bir kalp çarpıntısıyla artık benden bu kadar de, konsantrasyonunu sisli yollarda kaybet. Karmakarışık kablolarla dağınık yumaklar halinde hapsolmuş kafataslarımızın içinde, yapabileceğin onlarca, yüzlerce, binlerce üretim varken, bir anda içgüdülerini bile anca idame ettiren bir et parçasına dönüş. Hiç yapmam diye kodladığın kalıpları paramparça edip kendine yeni 'normaller' edin.

Ama bence beyin, kuvvetli Aşil'in hassas ayak bileğinin kaderini paylaşır gibi vurulduğu bir Eros okuyla yere yıkılacak kadar zayıf olmamalı. Hayır, bunu kabul etmiyorum. Ortaya çıkan bu yegane enerji formunu günlük sorumluluklarını bir sis perdesi ardından izleyip dengesini alt üst eden kişi için nefes alarak değil; yaptığı faaliyetlere farklı renkler katarak, paylaşmak için farklı şeyler üreterek, çoğaltarak harcamalı insan. Mesela noktası az, virgülü bol bir kompozisyon yazmalı karşısındakiyle. Soru işaretleri ve ünlemler satırlardan taşmalı, imla kuralları gerekirse çiğnenip balon gibi patlatılmalı ama cümleler çoğalarak yaşamalı. 

Egonun, gururun, saygısızlığın kirlettiği ilkel bir resme benzememeli aşk ve paylaşım. Karşısındakini bir hapishanenin tozlu demirlerine alnını dayayarak yaşatmak isteyen ama 'benim kalemde güvendesin, korkma' diyen bencil bir duygu olmamalı. Hayır, bu duyguyu hiç bir sinir hücresi, en küçüğü bile, kendi bünyesinde yaşatmamalı. Aşk'ın doğasını kirleten bu duygu altından bir kafes ya da sınırları dikenli tellerle çevrili bir kale gibi hapseder iki kişiyi de ama eğer başarılabilirse aşk, geniş bir bahçeye hatta sınırları olmayan bir orman ya da sürekli devinim ve gelişim halindeki uçsuz bucaksız bir okyanusa dönüşebilir.

Ne demiştim, beyin pek enteresan şey diye... 
Ama aşk da, paylaşım da beynin içinde. Kaleler, kafesler ve okyanuslarsa sizin elinizde.

Hiç yorum yok:

Kadın, erkek ve çocuk

21.yüzyılın içinde inatla kendine yer edinmeyi başaran distropik bir cehennemde yaşamaktayız. İçinde bulunduğumuz bu korku toplumunda iki t...

Haftanın en çok okunanları