Pazartesi

Tesekkurler

 Parcali bulutlu havalarin kizil gunesli gunbatimlarindayiz. Gunun en sevdigim saatini, kahvemi yudumlayip yagmurun degdigi topraga ve agaclara bakarak parca parca ruhuma indiriyorum. Kuslar sarki soyluyor bize ama kibrimizden eslik edemiyoruz. Daha kanatlarimiz yok ama -cussemizden herhalde- hepimiz dogaya karsi birer agir abiyiz. Iste buna cok guluyorum.
 Wes Anderson filmlerinden sempatik bir kare gibi su an hayatim. Melodramatik bir ask sahnesini sonlandirip ikindi cayina geciyoruz. Tatli kurabiyelerden yiyip cocuklugun kayip sarkilarini icimizde ariyoruz. Eh biz de iste boyle kalender yasiyoruz.
 Birazdan yuvama kapanip minik heykeller yapacagim ve yine onlarla huzurdan, dinginlikten ve hafiflikten konusacagim. Icimizde o kadar cok sey birikmis ki kavramlarin sozcuklere oturmasi belki biraz zaman alir.
 Bir hafta kadar once birbirimizi bir turlu anlamadigimiz ama tutkunun ve askin anlamini beraber kesfettigimiz bir adamla yollarimizi ayirdik. Ona hoscakal dedim dun gece son bir kadeh kaldirip. Ictik guzellestik, tum guzel adamlarla tum guzel kadinlarin serefine. Ve hatta tum guzel hikayelerle tum guzel bitislerin serefine. Bir de tabi ki guzellige...
 Yeni bir sayfa actim ust uste yigdigim gecmisime bir tebessum kondurup. Ozgurluk ve huzur en guzel iki icat bize miras birakilan. Ilki kanatli, ikincisiyse solungacli atalarimizdan. Ah tabi bir de yenilenme gucumuz, o da deniz yildizlarindan.
 Mutlulugun en guzel yani kimseye ihtiyac duymamasi. Varsa vardir, yoksa yok. Bu konuyu bana sorun cunku o sisli puslu depresyondan soyunmam bi iki ayimi aldi ama basardim. Ister bir erkekten, ister bir kadindan, ister bir cografyadan isterse kendi ailenden olsun, bazen ayriliklar da insana farkli kapilar acabiliyor. Ben de bu yuzden iste simdi buradayim.

 O zaman bunca laftan sonra simdi esas mevzuya gelelim: Tesekkurler guzel dostlar, arkadaslar, hayatimi teget gecmis ya da beni dikine kesmis insanlar... Tesekkurler bu yapimda emegi gecen tum tanrilar ve tanricalar...
Tesekkurler deniz yildizi. 
Kendinize iyi bakin ve eger okursaniz bir dahaki yazimda, ararsaniz telefonda, gelirseniz evimde ya da isterseniz de bir kafede, gorusmek uzere. 

Pazar

zaman

Uzun süre bir şeyler yazmak istemedim. Belki kalemim de göz pınarlarım gibi kurudu. Belki anılarımın sözcüklere dökülmeden önce bir kaç kere geçmesi gereken bir beyin kıvrımı vardı ve bugün o yol tamamlandı. İnsanın kafasını toparlaması için zaman gerekiyor.

Önce geçmişimin kırık bir parçasıyla konuştum. O benim kadar kırık değilmiş meğerse. Onu kalbimin en kuvvetli kasına, o istemeden koymuşum zamanında...Bir ara da bir dostla kafam durgunken bir sıkıntımı paylaştım, paylaşınca sıkıntılar da mutluluklar gibi artıyor mu yoksa? Bunu keşfettiğim gün belki 20 gün kadar önceydi. Anlattıkça detayları kuytularına kazıyan bir beyin var, ona ne kadar az mesai verirsen o kadar rahat yaşıyorsun. En azından üzgün olduğun zamanlar...


Stephane'ın rüyaları gibi bir dünya yaratmak istedim. Bu yüzdendi yokluğum. "Bu gece size rüyaların hazırlanışını göstereceğim. Herkes bunun basit bir iş olduğunu düşünür ancak zannettiklerinden biraz daha karmaşıktır... Gördüğünüz gibi, önemli olan: pek çok malzemenin hassas bir şekilde kullanılmasıdır... Önce rastgele düşünceler koyuyoruz... Sonra yaşadığımız günden bir kaç parça ekliyoruz... Veee bunları geçmişten yadigar kalan anılarımızla karıştırıyoruz... mmm... İki kişilik hazırlıyoruz: aşk, arkadaşlık, ilişki ve diğer baharatlar... gün içinde duyduğumuz şarkılar, gördüğümüz şeyler ve ayrıca kişisel şeyler..." 

Projem şuydu ki bunu rüyalara sınırlı değil de, boş vakitlerde kurulan hayallerle de yetinmeden, hani kafamızın içindeki, o kemikten zırhlarla çevrili tahtında rahat rahat oturup bize hükümler veren o kendini bilmeze öğretsek, bize orada bir köşe yaratmasını istesek ve istediğimiz kadar kalmak için de peşin fiyat ödesek fena mı olur? 
"Bugün arkadaşıma çok bozuldum, benim arkamdan nasıl böyle cümleler kurar?" dedikten sonra ilk bulduğu uçakla Beverly Hills'deki yazlığına kaçamayanlar ya da iş yerindeki stresinden bunalıp aklına geldiği saniye Sheraton'da masaj yaptıramayanlar için böyle masrafsız ve sessiz bir köşe çok daha avantajlı olacaktı...Ve sonra... Sonra kendime böyle bir yer inşa ettim. Duvarlarından "Why am I me and not someone else? In chess, it's called Zugzwang when the only viable move is not to move."  yükselen, minderinde oturup Mr. Nobody ile çay içebileceğim bir yer... Geniş bir penceresi var dışarıda yağan karı izlediğim... Yoo kesinlikle uçan kamera misketlerden yok, huzurlu bir yer orası.
Doğduğum günü, zamansız kutlamak istediğimde pastamı üfleyip Aronofsky ile paylaşacağım, girmek için ölseler de Çiçikov'ları, Oblomov'ları, Raskolnikov'ları ve daha bir çok'ovlarını sokmayacağım bir oda orası. Kanepesinde pinekleyip yeterince dinlendiğimi hissettiğimde dışarı çıkabilirim. 
İzlediğim filmleri 'en fazla iki kere' ya da 'baştan sona' kuralı olmadan dilediğim sırada hatırlayabilirim. Kahramanlarımı davet edip satranç oynayabilirim. 
Yani ben orada ben olabilirim...
Ve bir boyutta solmayabilirim. Bilirsiniz dünya masumiyeti kaybettirir.
Ahh beyin... 


Yaşam sıkıcı ama verilen bir şansı kullanmadan edemez insan. 
Zaman tükenmeye meyilli ama onu sömürmeden gitmez insan.

"Büyük patlamadan önce ne vardı? Önce hiç bir şey yoktu. Büyük patlama öncesini biliyorsunuz. Zaman yoktu. Zaman, evrenin kendiliğinden genleşmesinin sonucudur. Fakat evrenin genleşmesi bittiğinde ne olur? İşleyiş tersine mi döner? Zamanın doğası ne olur?
Eğer, gerilim teorisi doğruysa evren, 9 uzaysal boyutla, bir geçici boyuta sahiptir. Şimdi düşünelim...Başlangıçta tüm boyutlar birlikte kıvrıldılar ve başlangıç patlamasında 3 uzaysal boyut olan yükseklik, genişlik ve derinlik ile zaman dediğimiz tek geçici boyut dağıldılar. Geri kalan diğer 6 küçük boyut bir arada kaldılar. Eğer tek boyutlu bir evrende yaşasaydık...Nasıl ayırt edebilirdik illüzyonla, gerçeği? Bildiğimiz zaman bir boyut olarak, tecrübelerimizle yalnız tek yönedir. Fakat, ya yapay bir boyut varsa, uzaysal olmayıp geçici olan?" dedi Mr. Nobody. ben de ona teşekkür ettim. Çünkü öldükten sonra belki de kimse küllerimizi Mars'a gömmeyecek... Mutsuz olma riskini göze alamam.

Bu da benim odamın gerekçesiydi işte... Benim şu an bulunduğum boyutta hissedemediğim diğer boyutumun beynimde tuğlalarla örülmüş biçimi. Pişman olmadan diğer seçeneklerimi yaşayabildiğim özgür dünyam, oyun alanım.

Saygılarımı sunarım.





2012

Bir kız ve erkek hakkında


Kız

 Sempatik olduğu kadar utangaç bir kız tanırdım eskiden. Hayata karşı o kadar çekimser kalırdı ki, bir salyangozun anılarında bile yaşadığını sanabilirdiniz. Konuşmak onun için biraz lükse kaçardı, hayattan küçük tebessümler ve ince tecrübeler çalardı. Vanilya kokardı ve ne zaman size baksa iri yeşil gözlerinin ışıkla dans edişini seyredebilirdiniz.
 En temel özelliği çok sağlamcı olmasıydı. Mesela amaçladığı yerden hep bir durak önce inerdi. Elbiseleri de hep bir beden büyüktü. Çok korkardı kaybetmekten. Hatta bir erkekten çok etkinlendiği bir zaman aralığı vardı. O zamanlar kalbinin gerçekten güçlü attığını da söyleyebilirim, defterinin arkasına bir şeyler karalamıştı:
"Bu çok daha güzel bir duygu. Çok değer verdiğin insanı, zamanla eskiyip lekeleri gözüne batınca çöp kutularına bırakmamakla ilgili bir şey. Çünkü ilişkilerin bedenleri küçülür ama dostluk hep standarttır."
Bu yüzden çok değer verdiği insanları kokulu deterjanlarla yıkar, naftalinlerle saklardı yakın arkadaş raflarına. Hayatı, sevdiği erkeklerin uçup gitmesini önlemek için aşık olmayarak geçti. Olursa da unutacaktı.
Denklem basitti.
Aslında hep korkmuştu yaşamaktan. Eğer güzel vakit geçirirse hemen biterdi sanki saniyeleri, hesabının hemen kapanacağını düşünüp irkilir daha yavaş hareket ederdi. Anları daha sıkıcı olsun da saatler tazı gibi geçmesin diye de pek düşünmezdi.
O hayatında lunaparka bir kere bile gitmemiş, palyaçolara hiç gülmemişti. Balonları bir bir patlatmış ama hiç eğlenmemişti.
Her doğum günü partisi sonrası takvime bakıp bakıp hüzünlenirdi.
Her hücresi birbirinden yalnızdı aslında, belki biraz da bu yüzden iletişim kuramıyordu hayatla.

.......

Erkek

Geçmişinin ipleri davranışlarını yönetir, buna da bilmeden izin verirdi. Mutsuzdu o çoğu zaman, siz bilmezsiniz. Hoş ben de bilmezdim dünyasını tanıyana kadar. Yalnızlıktan çok korkardı. Sanki karanlık ve derin bir mağarada hapsolmuş gibi hisseder, yalnızlığın huzurlu hamağında uzun süre sallanamazdı.
O çok iyi bir erkekti aslında.
Türlü türlü vanilyalı kekler, tarçınlı kurabiyeler ve çikolatalı pastalar yapmayı çok severdi. Yaptıklarına o kadar özenirdi ki sımsıcak hamuru kabarıp evi güzel kokular sardığında bile kekini yemek istemezdi, kurabiyeler fırının üzerinde süslü tabaklarda bekler, pastaları hüzünlü biblolar gibi yemek masasının üzerinde poz verirlerdi.
Kaybetmekten çok korkardı. Düzeninde yalnız kalmak yoktu, hayır imkanı yoktu öyle tek başına yapamazdı. Evinde televizyonunun sesi hep açıktı mesela, ya da arkadaşlarıyla olmadığı günlerde bir kadına sımsıkı sarılır, o gece onsuz uyuyamazdı.
Ailesi onun yanında pek olamamış akşam yemeği sofraları dışında. Okula gidene kadar hep bir köşede arabalarını birbirine kendi çarptırmış, legolarını kendi bozup oynamış. Biraz daha büyüyünce de hayatın sert tokatlarını yemekten sıkılana kadar her köşe başında inatla birilerine sarılmaya çalışmış, terk edilmemek için yalvaran bakışlarla. Ve neyden çok korkarsanız o olur, o da hep üzülmüş.
Nasırları duygusal ilişkilere son vermekle artık acımaz olmuş, yeni yaralar açılmamış ruhunda. İnsanlara değer vermezse onlar gidince ağlamazmış, o da kendi hayat denklemini böyle kurmuş.

......

Bir gün iki korkak insan bir otobüste karşılaşmışlar.
Kızın yeşil bakışları erkeğin göğüs kafesini delmiş ama kan akmamış. Kalbini uzun süredir kullanmadığı için artık orada nabız ritminden başka yaşam belirtisi kalmamış zaten.
Erkek ona yere düşürdüğü kartını vermiş. Kız almış ama ellerinin hissettiği tatlı bir sıcaklık olmaktan çok uzakmış. Ellerini mağaza vitrinlerinde unuttuğunu hatırlamış.
Erkek ona yol vermiş. Kapıya doğru ilerlerken bile kızın kokusunu alamamış, çünkü burnunu dün uyuduğu kızda bırakmış.
Zamanperest kız da ineceğinden bir durak önce inmiş zaten, yine kendi durağını kaçırmaktan korktuğundan, yine kaybetme korkusundan...
Aslında ne zaman ne hayat ne de insanlar, onları yitirmekten korktuğun için sana normallerinden daha müsamahalı davranmazlarmış. Takvimler ilerlemeye devam eder, insanlar durakları geldiğinde iner, vanilyalı kekler soğur, giysiler eskirmiş... Kurallar böyleymiş.


2013

Kadın, erkek ve çocuk

21.yüzyılın içinde inatla kendine yer edinmeyi başaran distropik bir cehennemde yaşamaktayız. İçinde bulunduğumuz bu korku toplumunda iki t...

Haftanın en çok okunanları